Mavi

 

            “Mavisi var mı bunun” elinde tuttuğu sigara kutusunu gösteriyordu.

            Elimde tuttuğum elektrik faturasının toplam bedelin de yazan “üç bin iki yüz elli iki kuruş” tutarın iki kuruşunun anlamsızlaştırmaya çalışan rakamını düşünüyordum. Ses ile irkildim gayet tabi.

 Var desen yalan olur çünkü bütün sigaralar siyah kutu. Yok desen müşteri almaz kaçar gider.

“ Koyu mavi olur mu?” dedim havada uçuşan cümleleri hızlı bir şekilde yakalayarak.

“ Yok mavisini istediler”

“ Koyu mavi ile mavi arasında bir ton fark var, sorun olmaz.” Dedim. Sonuçta ışığın yansımasından dolayı renklerin olduğunu bilecek kadar müge anlı izleyen bir bakkalım yani.

“ Kaç ton fark var”

Zor yerden gelmişti soru! Kaç ton fark var!

Bir, diye salladım ortaya. Sonuçta bir ton farklı olsa belli olmaz, iki olsa belki biraz ama 3 ton fark edilirdi. Aha zeka diye buna denir, pratik ve analitik çözüm üretebilen bir zekaya örnek! İş ilanlarında gördüğüm yönetici pozisyonlarına benim kadar uygun biri yoktur ayıptır söylemesi.

Tüm Türkiye’de saygın markaların dağıtımını ve pazarlamasını yapan şirketimizde Analitik düşünebilen takım arkadaşlarına ihtiyaç vardır. Tercihen askerliğini…..

İlanda yer alan “analitik düşünebilen” kişi resmen bendim. İspat edebilirim ama gösteremem. Aşk gibi, ne bileyim para gibi yani!

“ Bir ton ise olabilir aslında “ dedi benim analitik düşüncem karşısında manipüle olmuş çok değerli müşterim.

“ Buyurun efendim” dedim sigara paketini uzatırken.

Hedef tamam!

“ Ama bakın lütfen” dedi sigara paketini lanet olası ampul ışığının süzülmeden direkt indiği aydınlık bölümde bana gösterirken.

“ Bu bir ton değil, en az üç ton mavi! Hatta affedersiniz ama sanki siyah gibi. Aynı kömür siyahı!” diyerek sigara paketini bana gösterdi.

Gerçekten de çok şaşırmıştım! Sigara paketi kesinlikle mavi değildi. Siyah da değildi ama. Siyah ile mavi arasında bir renkti. Tanımlanamayan, kendine yer bulamamış, ötekileştirilmiş bir renkti bu. Başkaları tarafından kimi zaman siyah’a kimi zamanda maviye dâhil edilmiş, yıllarca fark edilmeden renk skalasının içinde oradan buraya savrulmuş, bütün bu ötekileştirmeyi içine atmış bir renkti.

 Belki mavi olmak istemişti. Bunun için çabalamış ama aydınlığın lanetli hakikati ortaya çıkarmak gibi marifetinden dolayı kendini ispat edememişti.

Belki de siyah olmaya çalışmıştı. Gece kadar siyah, fark edilmeden karanlığın için öylesine, umarsızca beklemek istemişti. Ama ne yazık ki aydınlık yok mu o aydınlık! Her şeyi ortaya çıkarmış ve şakkadanak kala kala kalmıştı böylesine anlamsız bir renkte.

“ Bence kendisine soralım !” dedim.

“ Bence de soralım! Çünkü bu gerçekten önemli bir şey. Belki ben buna aldanarak alacak ve sonradan fark edip kendimi kandırılmış hissedecektim. Bilir misiniz kandırılmış olmanın nasıl bir duygu olduğunu siz!” sesinin titremesi öylesine derindi ki. Bir şey diyemedim. Başıma önüme eğdim usulca tezgâhın üzerindeki veresiye kağıdında yazan “akif abi” yazısındaki İ harfinin noktasına bakakaldım. İki hafta oldu hala gelmemişti beş lira!

Ulan bir daha veresiye verenin…

Sonra ekledim kendiliğinden gelen kelimeleri hoop çekerek karşı rafta duran suların arasından alarak,

“ Bu bence sorularak çözülecek bir sorun değil! Çünkü ötekileştirilmiş bir renkten bahsediyoruz. Bu renk kendisi tercih ederek var olmadı! Varoluşun temeline aykırı! Bu rengi bilerek ve isteyerek yarattı Tanrı! Onu öyle kabul etmekten başka bir şansımız yok!” dedim sesimi Nihat hatipoğlu tonunda akort ederek.

“ Sormadan nasıl anlayacağız peki?”

“ Gözlerimizi kapatarak! Hissetmeye çalışacağız! Rengin kendine has ısısını!”

Gözlerimizi kapattık. Kısa bir süre geçti. Açtık.

“Niyazi abi, akşam annem ekmek almış. Babam parasını gönderdi.”

Müşteri yok olmuş yerine Mındar Mustafa’nın oğlu ali ihsan doğmuştu. Bu, bu bir mucize değildi de neydi. Bugünde bir mucizeye tanık olmuştum. “Güzel Allahım sen nelere kadirsin! “ diyerek kendi kendime mırıldandım.

Erdim mi? Belki de ben artık farklı boyutlarda gezen bir derviş olmuştum. Mutluluktan gözlerim doldu, tüylerim diken diken oldu. Kendimi kaderin bana sunduğu bu güzel armağanın rüzgarına bıraktım ardımdan gelen seslere aldırış etmeden.

“ Niyazi oğlum donunu niye indirdin. Delirdin mi lan manyak! Polisi arayın polisi.!” Sesler gökten aşağı yağmur gibi yağıyordu,  Ben mutluluktan savrulurken.



 

 

 

 

 

 

Yorumlar