“Amına koyayım, hayatımı sikti.” dedi eliyle duvardaki resmi göstererek.
“Onun anasını avradını sikeyim, göt karı, orospu çocuğu.”
Soluksuz kalmıştı küfür ederken. Titreyen elini kül tablasının içine düşen sigaraya uzattı. Küllü parmakları ile götürdü sigarayı dudaklarına. Sararmış bıyıklarına, burnundan çıkan duman dağılarak çarptı.
“Lan Hamit! Getirsene oğlum rakıyı!”
Hamit hiç oralı olmadı. Trafikte yeşil ışığı bekleyen servis şöförü gibi duruyordu, gri yakalı beyaz gömleğinin açık üst düğmesinden çıkan kıllarıyla.
“Lan! Amına koduğumun rakısını getir! Kalkmayayım ayağa!”
Anlamsızca baktı Seyfi’ye. Cam arkasında dışarı izler gibi baktı. Sanki burada değildi. Biz dışarıdayız, o içeride.
“Duymuyor amına koduğum.” dedi mırıldanarak. Tabakta kalan rusun bezelyesini çatalı ile kovaladı. İzlerken yoruldum. Ama çabasını da taktir ettim. Bezelye kaçıyor, Seyfi’nin çatal kovalıyor, Seyfi heyecan ile olayı izliyordu. Bezelye yakalanır gibi yaptı. Çatal tam “Evet, oldu!” diyecekken bezelye yine kaçtı. Seyfi, bezelyenin bu hamlesini beklemiyordu. Çatal hızlı hareketler ile tabakta hareket etmeye başladı. Bezelye mayonezin içinden ayrılırken turşuyu geri itti. Çatal bu hamleyi hesaba katmamıştı. Turşuyu yakaladı. Seyfi bu hareketi beklemiyordu. Açıkça söylemek gerekirse ben de beklemiyordum. Bezelyenin bu kadar seri olacağı hiç aklıma gelmezdi. Ya o turşu? Zavallı…
Ağzına soktu çatalı. Uzun olmasa da epeyce bekledi çatal ağzının içinde Seyfinin. Karanlık ve ıssız ağızda. Otuz ikiden geriye kalan üç beş dişin arasında. Bırakmayacak gibi duruyordu Seyfi çatalı. Ben de olsam bırakmazdım. “Nasıl kaçırırsın lan bezelyeyi, nasıl?”
Bezelye tabağın içinde az önce olanları unutmuş öyle duruyordu. Seyfi göz ucu ile bezelyenin yerini gözlüyordu. Beklemediği bir anda hamle yapacaktı Ve bezelye çatalın acımasız uçlarına takılıp kalacaktı. Dört tane sivri uç bezelyenin narin gövdesine girecek onu hareketsiz bırakacaktı. Her fani gibi o da ölümü tadacaktı. Dur bir dakika. Bezelyeler ölmez ki!
Seyfi bezelyeyi çatalı ile yakalayacak ve midesine indirecekti. Midesindeki asit onu parçalayacak sonra kalanları bağırsaklara gönderecekti. Sabah olacak, Seyfi sigarasını yakacak ve sıçıp, kalan bezelyeyi boku ile birlikte tekrar dışarı bırakacaktı. Lağımda uzun bir yolculuktan sonra bezelye öyle ya da böyle doğaya tekrar karışacaktı. Toprak onu içine çekecek ve başka bir canlıya monte edecekti.
Aaaa bezelye tekrar yaşamaya devam edecekti. Mutlu mesut bir karpuz olacaktı belki de. Karpuzların mutlu olduğunu düşünürken, kavunların neden bu kadar dertli olduğu aklıma geldi. Rakı masasında kavundan başka kim dert dinler ki?
“Ne oldu Seyfi? Yok olmadı bak bezelye?“ diyecektim ama demedim. Dersem hoş olmazdı. Seyfi, ölenin öldüğüne, kalanın kaldığına inanırdı çünkü.
“Ölenleri yaksınlar.” demişti bir gün. Niye, diye sormadım. Sorsam cevabı olurdu. Cevabı olan soru ne olurdu? Soru olmaktan çıkardı. Sormadım!
Mezar başında dua okumazdı. “Adam ölmüş amına koyayım. Trafik kazasında ölen birine Polis gelip kuralları okusa ne dersin?” derdi soranlara.
Annesi, “Dualar canlıdır Seyfi oku!” demişti ya. Seyfi “Canlı dua var ise, bu kadar ölü niye?” diye sormuştu annesine.
“Tövbe et!” diye geldi gökten ses.
“Hani lan şah damarımdan yakındın? Ne işin var gökte?” diye sordu konuşma balonuna benzeyen buluta bakarak Seyfi. Sik gibi yumuşamış bir günün göt gibi havasını kokladı balkonda. Sonra içeri girdi. Annesi baktı, o da baktı annesine. Vazoya da baktı Seyfi. Annesi kirlenmiş perdeye baktı. Annesi iyi kadındır Seyfi’nin. Her anne kadar iyidir. Seyfiyi o doğurmuştu. Rahminden çıktığı gün “Ölür bu!” diyen doktora inat yaşatmıştı. Oğlunu sevmekten başka ne yapabilirdi ki? Düşünecek zaman olmamıştı. Düşünecek kadar olay da yoktu hayatında zaten.
“Allahım sen onun günahlarını affet!” dedi annesi, ellerini göğe açarak. “Yavrum yapma böyle! Allahını seversen yapma” dedi.
“Benim onu sevmem değil ki mesele. Platonik aşkın amına koyayım.” diyerek evden çıkıp buraya gelmişti Seyfi.
Çatal ağzında bekliyordu. Ağzı da bekliyordu. Tabaktaki bezelye de duruyordu. Rakı da bekliyordu. Kavun da bekliyordu.
Herşey beklerken garson Hamit başını çevirmişti. Bu eylem bir devrim niteliği taşıyordu. Bu kadar hareketsiz nesne içinde Hamitin anlamsızca başını çevirmesi! Hiç bir amacı olmadan başını çevirmesi! Öylesine… Kimseye hesap vermeden… Kendiliğinden… Bu! Bu çok önemliydi!
Yorumlar
Yorum Gönder