1999 yılında deprem olduğunda öğrenciydim. Avcılarda oturuyordum ve şans eseri
kurtuldum...
Yüzlerce binanın ve on binlerce insanın öldüğüne şahit oldum birçok
insan gibi...
Bugün söylenen ne varsa aynısının kelimesi kelimesine söylediğine şahit
oldum. Binaların kontrol edilmediği, deniz kumu, alkol-zina ve sonucunda hedef
gösterilen vatandaşlar, deprem sonrası soyulan evler, enkazdan kurtarılmayı
bekleyen masum insanlar, nefeslerini tutarak tv’de enkaz çalışmalarını
izleyenler, enkaz altında ganimet arayan hırsızlar ve daha onlarcası.
En çok
zoruma giden ise, yetkililerin televizyonda haber kanallarında çıkarak
birbirlerini suçlaması ardından deprem bölgelerine giderek poz vermeleri
olmuştu.
Memlekette
acı varmış, insanlar can derdine düşmüş, vatandaşın malı, mülkü, hayatı ziyan
olmuş hiç kimsenin umurunda değildi.
Ekonomik
anlamda Devletin bu yükün altından kalkamayacağı söylendi. Şartların bir an
önce eskisi gibi olması için herkesin elini cebine atması istendi. Kolay
değildi, yeniden yaşam alanları inşa edilecekti.
Aradan
zaman geçmeden deprem vergisi ile birlikte deprem sigortası zorunlu hale
getirildi. Cep telefonu ve sabit telefon
faturalarından, dijital ve kablolu tv yayınları ve internet hizmeti
faturalarından yüzde 7,5 oranında özel iletişim vergisi yani deprem vergisi alınmaya
başlandı.
Tam tamına 21 yıldır bu vergi vatandaştan toplanıyor.
Birçok insan ne kadar toplandığını bilmediği gibi, nelere
vergi uygulandığını da bilmiyor. Önemsemediğinde değil, kanıksadığı için bilmek
istemiyor.
Halk, depremde gereken önlemleri
almayan ve bilinçli bir şekilde o
konutları yapanların ve yaptıranların adına kefaret ödüyor.
Peki, bu
binaların yıkılmasına sebep olanlar kefaret olarak ne ödeyecek?
Hiçbir
şey….
Ardından
pişkin pişkin yazacaklar, konuşacaklar…
Ölüm
Allahın emri diyecekler, Kader diyecekler, Suçlu kimse cezasını çekecek
diyecekler, Cehennemde yansın diyecekler, Ölenler için Melek oldular diyecekler…
Yorumlar
Yorum Gönder