“ Cafer abi,
ananın yaşı kaçtı!”
“Anamı niye
karıştırıyon oğlum?”
“ Yok abi,
sayısal yapıyoz. Hafize teyze şanslı gelir diye dediydim”
“ Hee altmış
iki.”
“Yazdım abi
tamamdır.”
“ Eee ne olacak
para çıkarsa, paylaşacak mıyız?”
“ Abi çıkarsa
söz 10 milyon lira senin”
Cafer rakamı
duyunca kendini bıraktı düşleri koynuna, motor yatta güneşleniyordu o an,
--Cafer, baksana! Şu kremi omuzlarıma sürer
misin? Çok yanmayayım.
Hayatım, görmüyor musun? Havyar yiyorum
ellerim yağlı…
Tamam aslanım hemen kızma. Bende senin
için biraz kavruk olurum. Hehehehe
Gavruk fıstık gibi dimi. Hahahahah--
Amorti Osman’ın çatlak sesi gürledi
tekrar,“Abi beş lira versene, seni de ortak yapalım. Yarı yarıya olur, direkt
30 milyon lira alırsın. Ne dersin?”
Kırmızı
ceketinin altına giydiği beyaz gömleği, rayban gözlükleri ile arabalarının
önünde poz veriyordu bu seferde,
--Bu arabalar sizin mi Cafer bey?
Evet bunların hepsi benim, denizdeki
yatlar sahildeki katlar da benim.
Çok yakışıklısınız Cafer bey, aynı
biret pit gibisiniz…
Eheeheh teşekkür ederim. Genelde beni
Orhan gencabay’a benzetirler bi de Polat alemdara.
Ay gerçekten çok benziyorsunuz. Şu
kaslar, bakışlar, dudaklar, ay içim hoş oldu gerçekten.--
Yine Osman cırladı, “ Abi iki pakette malbuş versene, mavi
olandan. Akşama geçerken veririm. Ortağız sonuçta.”
“ Tamam
kardeşim. Al ,al, Sorun değil. Ortağız lan sonuçta, lafı mı olur.”
“Eyvallah
ortak!” diyerek, Amorti yaylanıp gitti.
Kesin çıkacak gibi duruyor. Bu çocuk meslek
lisesinde elektrik okudu. Kafası zehir gibi. Adam elektrik saatinin şifresini
çözüp yıllarda bedava elektrik kullanmıştı.
Lakabı o günden bu yana Amorti Osman olmuştu.
Elektrik saatine elinde tuttuğu çiviyi sokunca tüm mahalle bir hafta
elektriğini, Osman’da bacağını kaybetmişti. Mahalle elektriğe kavuşmuştu ama
Osman bacağına güle güle demişti. Sonrasında kaportacı İsa, Osman’a 131 murat’ın
şasesinden çok güzel çelik amortisör protez bacak yapmıştı. Yürürken bacağı yaylandığından
ayrı hava katardı. Lakabı da amortisörün kısaltılmışı olarak Amorti Osman
kalmıştı.
“ Ulan ne yesem, ne yesem “ diye
mırıldanırken kendi kendine, Hafız hanım teyzenin ekmek dolabına “Hayırlı işler
“ dediğini duydu.
Ekmek dolabına bakan kadını
kolundan tutarak kendine çevirdi. Kadın elinde tuttuğu tencereyi tezgahın üzerine
koydu, “ Cafer burada mısın evladım?” diye caferin suratına seslendi.
Hafız hanım
teyze yüz yirmi yaşındaydı. Mahallenin tarla iken halini bilen tek kişiydi.
Eşini bundan elli yıl önce çokça elim bir kazada kaybetmişti.
Adamcağız evin damında taklacı
güvercinler için baraka yaparken ayağı kaymış damdan aşağı samanlığın içine
düşmüş. Ayağa kalkarken samanlığın ucunda duran küreğe basmıştı. Kürek ters
etki ile havalanıp, ağaca bağlı arı kovanına çarpmış, aşağı düşen kovandan
çıkan arılar bahçede bağlı duran karakaçanı sokmuş, canı yanan karakaçan çifte
atıp limon ağacına vurmuş, ağaca bağlı çamaşır ipi kopmuş, kopan ipin ucunda
unutulmuş çekiç yere düşmüş, düştüğü yerde duran yemlik kırılmış, kırılan
yemliğin tahtasını, kıymığı fark etmeyen keçi yemiş. Üç ay sonra kurban
bayramında kesilen keçinin işkembesinden çorba yapılmış, o kıymık işkembenin
içinden çıkmış rahmetlinin boğazına saplanmış oracıkta hakka nefesini teslim
etmişti.
“Cafer oğlum,
bunları geçen gün anangil ile topladık bahtiyarların köyünün arkasındaki
ormandan. Unuttu zahar. Bende bozulmasın diye yemeğini yaptım. Çöpe gitmesin de
sen ye, yavrim. Hemi.”
Cafer tezgâhın
üzerine bulunan tencerenin kapağını açtığında gördüğü tabloya hayranca baka
kaldı. En sevdiği yemek MANTAR vardı tencerenin içinde. Sotelenmiş mantarlar
salçanın eşsiz tadına karışmış bir şekilde duruyorlardı. Damağının kuruyan bölümünü yutkunarak
nemlendirirken şap şap diye çıkan sesler yankılandı.
Hafız Hanım
teyzenin buruşuk elini yakalayıp öptü, “ Hay Hafız anam, Allah ellerine dert
vermesin. Mantar mı yaptın sen. Allahına kurban senin.”
“ Yi yavrum yi
sen ben her zaman yaparım, Hafız anan kurban olur sana.” dedi yaşlı kadın rakı
şişesine Cafer sanıp ona doğru konuşarak. On altı numara miyoptu ve gördüğünü
sandığı birçok şey yansımalardan başka bir şey değildi Hafız Hanım Teyze için.
“ Sağ olasın,
ömrün uzun olsun…” dedi ve kaldı öylece.
“ Amanın aman,
ne ömrü uzun yavrim, yeter artık bunaldım ben hayattan. Ölem diye kendime
cevizden tabut, Amerikan kumaşından iki onluk kefen yaptırdım öncelerde. Ceviz
filiz yaptı meyve vermeye başladı, Sıdıkanın oğlu cevizleri toplayıp toplayıp
satarak tokinin taksitlerini bitirdi. Ev sahibi oldu. Kefenin kumaşı oldu iplik
ahan da ondan da Hatçenin kızına kilim yaptık.”
“İnşallah tez
vakitte ölürsün, sevdiklerine kavuşursun…” diyebildi kelimeleri ağzında
yuvarlayarak.
Hafız hanım
teyze önce bira dolabının kapısını zorladı ve açtı dışarı çıkmak için, esen
soğuk havayı hissedince yüzünde, “ Gıyamet alameti bunlar hep yavrim, bak hava
az önce tandırda keşkek gibiydi şimdi oldu buz gibi.”
Cafer, kadının
koluna girip yüz seksen derecelik dönüş ile dış kapıya kadar eşlik etti,
sonrada ardından kadına baktı sağa sola eli ile selam vererek gidişini
izlerken.
Tencereyi tezgâhın
yanında duran sehpanın üzerine koydu, ekmek dolabından en tazesinden ekmeğini
aldı ikiye böldü. Mantara bana bana yemeye başladı. Salçası ile soğanı ekmeğe
bulandıkça mantarın tadını iki kat fazla alıyordu. Kuzu eti kıvamında olmuş
mantarlar ağzında erirken Cafer kimse gelmeden ortak olmaya diye, hızlı hızlı
yiyordu. Dükkânın hımbıl kedisi gelmiş bacağına sürtünüp mırlıyordu.
Cafer ekmeğin
yumuşak bölümünden bir parça koparıp tabakta kalan son parçaları sıyırdı.
Kedinin burnunun ucuna götürünce hayvan kokuya tav olduğundan değil üç gündür
çektiği mama yokluğundan olsa gerek bir kerede mideye indirdi lokmayı.
“ Sevdin mi lan
Haydar” dedi kediye, kedi miyav yapınca tencerenin dibinde kalan son suyuna
ekmeği banıp banıp verdi. Kedi yedikçe yedi. Öylesine şişti ki karnı
hayvancağızın, sallana sallana çıktı kapının önüne,önce iyicene gerildi, kıt
kıt sesleri duyuldu esnerken. Ardından iki ayak üzerine kalktı, pelerinini
çıkardı ve uçup gitti.
Cafer kedinin
uçup gittiğini görünce telaş yaptı dükkânda. Arkasından koştu kapının önüne
baktı göğe doğru, kedi hakikaten gökyüzünde uçuyordu.
“Lan haydar
manyak mısın sen, in aşağı çabuk.” Diye seslendi ama kedinin hiç umurun da
değildi. Sağa sola uçarak sortiler çiziyor, kedi kahkahalar ile gülüyordu.
Dükkâna girdi, tezgâhın
altında sakladığı sapanı alıp kediyi vurup aşağı indirmeyi düşündü. Hızlıca
geçti tezgâhın arkasına açtı dolabın kapısını ama sapan yoktu. Elini dolabın
içine soktu, sağına soluna baktı ama nafile sapan yoktu.
“Merhaba
Dünyalı” diyen bir ses duydu. Başını kaldırdı aman ne görsün, başının üzerinden
iki anten olan kocaman kafalı yemyeşil bir yaratık ona bakıyor.
Korkmuştu, ama
belli etmemeliydi. Sonuçta gelen kişi müşteride olabilirdi. Müşteri veli
nimettir.
“ Merhaba
efendim, buyurun.” Dedi esnaf ağzıyla.
“ Bir paket
sigara alacağım, kısa Winston, iki bira hımmm. Cipsler nerede” diye sordu yeşil
renkli adam.
Cafer cipsleri
eli işaret ettikten sonra, soğuk biraları çıkardı dolaptan poşete koydu.
Sigarayı da attı cips ile birlikte siyah poşete,” Toplam kırk sekiz lira “
dedi.
Adam pörtlemiş
kurbağaya benzeyen yan gözlerini üç yüz atmış derece çevirip, “ Zam mı geldi”
dedi şaşırmış yarı kızgın bir ifade ile.
“ Ötv zammı
geldi biraya bu hafta” diyerek kısa kesti konuşmasını Cafer’de.
“ Yahu arkadaş,
bu nedir. Her gün zam geliyor neredeyse. Hayır, bunun sonu ne olacak böyle.
Sigaraya zam, alkole zam. İçmeyelim diye zam zam…”
Parasını
çıkardı Cafer’e uzattı. Cafer adamın uzattığı yeşil renkli jelimsi şeye baktı, “
Bu ne?” diye sormak zorunda kaldı.
“ Para!”
“ Ne parası?”
“ Mars Nelünü, görmüyor
musun kardeşim. Kafamı buluyorsun sen benimle”,
Öğle vakti
sorun çıkmasın diye ses etmedi,r yeşil jelimsi şeyi aldı eline kasaya koydu.
Uzaylı başını sağa sola sallayarak ve söylenerek dükkândan çıktı gitti.
Çok yemişti,
altı aydır açmış gibi yemişti. Öyle böyle değil iyi yemişti. Göbeği öyle
gerilmişti ki, patlayacak gibi duruyordu. Dolaptan maden suyu aldı, açtı.
Şişeden çıkan ilk gazın havaya kattığı azotun naifliğine hayran hayran baktı. Onu
hisseti. İlk yudumunu tam içecekti ki, içeri iki tane ızbandut gibi adam girdi.
“ Destur” diye
bağırdı biri gür sesiyle.
Cafer ne
olduğunu anlayamamıştı. Adamlar pala bıyıklı, en az iki metrelik yarmaydılar.
Deli olduklarını düşündü, başka da bir izahı olamazdı da. Akıllı biri bakkala
girip böyle bağırır mıydı?
“ Destuuuuuur, Marsın
uydusu, iki kozmozun hizmetkârı, apollo on üç ve xzepkc uydusu fatihi yüce
haşmetli, şirinlerden uykucunun uykularının kaçma sebebi, Pamuk prensesi iki
yanağından öpen, külkedisini kurtaran sonra hamamda yıkatan, rapunzeli alıp
saçlarına perma yaptıran, kurbağadan çorba, uçan kazdan tandır yapan efendimiz
altıncı pepe önünde diz çökün ey ahali” diye bağırınca Cafer olduğu yere çöktü.
Başını önüne eğdi hemen.
Bisiklet
kornası ile birlikte altında ışıklar yanan spor ayakkabılar eğik başının önünde
durmuşlar bekliyorlardı. Yüzünü görmediği ama ayakkabıların markasından –Jump-
anladığı kadarıyla güçlü biri olduğu belli olan kişi konuştu.
“ Merhaba
minnoş, nasılsın bakalım?”
Ses öylesine
ahenkliydi ki insan ister istemez ters takla atmak istiyordu. Kendini iyice
sıktı Cafer takla atmamak için.
Adamlardan biri
bağırdı tekrar, “ Konuşsana minnoş, hünkarımız pepe sana seslendi.”
Adam elini
Cafer’in eğdiği başına koydu, “ Kalk minnoş, kalk konuşalım” dedi.
Cafer
dikkatlice ayağa katlı ve Hünkar pepe’ye yukarıdan baktı, böylesine küçük
cüsseli birinin hünkar olması gayet normaldi. Hünkarlık saltanat yolu ile
alınan bir unvandı, toplumun geneli bu unvana saygı duymak, yalakalık yapmak
hatta ve hatta gerekirse canını da vermek zorundaydı, Cafer tüm anarşist
düşünceleri kafasından sildi hemen ve teba moduna aldı kendini, “ Sağolun
hünkarım “ dedi sesini titreterek.
Bir otuz
boyunda, sırma boylu denemeyecek kadar uzun boylu, saçları varmış kadar kel,
zayıf denemeyecek kadar şişko biri önünde duruyordu Cafer’in. Adamın toparlak
suratının ortasında duran burnunu patates sanmıştı bir an.
“ Sen sağol
minnoş, duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini, ay akşamdan ışıktır, yolu
yokuştur.” Diye cevap verdi hünkâr.
“ Doğrudur
hünkarım, sözlerimi geri alamam, onun arabası var güzelmi güzel, oy oy emine
yani” dedi.
“ Kesinlikle
öyle” dedi hünkar, “ Var mısın fifa’da kapışmaya? Hee hee, yapalım bi maç “
diye sordu cafer’e.
“ ben pes 2020 biliyorum hünkârım, kollar sağlamsa oynarım.” Diye
cevap verdi gözlerini hünkârın gözlerinden kaçırarak.
Hünkar bu
cevabı beklemiyor olsa gerek, gözlerini kıstı ve ,” Alın bunu çabuk, kapatın
hücreye, kırk gün kırk gece eti cici bebe yedirin.” Diye bağırdı.
Kapının önünde
bekleyen iki iri kıyım adam Caferi kollarından tuttular. Öylesine güçlüydüler
ki sanki bağlamışlardı. Cafer kendini ileri geri attı ama kurtulamadı adamların
elinden. Mecburen kendini bıraktı güçlü kollara daha fazla karşı koyamadan.
“Miyaaaaaaaaaaaav!”
diye bağırarak kedi içeri girince Cafer bir anda kendini geriye doğru iterek
adamların elinden kurtuldu. Dükkâna giren kedi Haydar’dı.
Kedi ellerini karateci
gibi açtı ve havaya zıpladı. Zaman yavaşladı o an. Adamların kediye attığı
mermiler yavaş çekimde gidiyorlar ve kedinin sağından solundan geçiyorlardı.
Kedi mermileri
havada durdurdu ve içlerinden birini eline aldı, “ Benim adım haydar, buranın
kedisiyim. İki dakikanız var, ya def olup gidin ya da kalın bim’den kola ve
cips alalım yiyelim ne dersiniz?” diye sordu.
Adamlar kedinin
teklifinden çok korkmuş olsalar gerek, hemen koşarak dükkândan çıkıp kaçmaya
başladılar. Pepe hünkâr ise yaptığı yanlışın farkına varmış olsa gerek, “ Haydi
o zaman biralar benden, fıstıklar sizden “ diyerek barış teklifinde bulundu.
Cengiz ve
Haydar bu teklife hayır diyemezlerdi. Bira ve fıstık bedava ise kesinlikle
kabul edilmelidir. Haydar yine de sorma gereği duydu, “ Fıstık yerine çekirdek
çıtlatsak?”
Hünkar pepe parlayan gözleri ile
cevap verdi,” Elbette minnoş istersen yanın da çilekli süt bile içebiliriz.”
Aldığı cevap karşısında çılgına
dönen Haydar Kedi eline aldığı sazı ile başladı en sevilen türküyü söylemeye, “
may nemis ket, onli ket, o zamanlar ket, ayakabıda ket, makinelerde ket.”
Cafer,Pepe ve
kedi haydar mutlu ve mesut bir şekilde birbirlerinin patilerini yalayarak
geceyi bitirdiler.
Kahveci İsmail dükkan
girdiğinde Caferi kedinin patilerini yalarken bulmuştu, apar topar hastaneye götürmüştü.
Doktorun yaptırdığı testlerde mantardan zehirlendiği tespit edildi. Mantarların
içinde doğal olarak lsd varmış…
Yorumlar
Yorum Gönder