Küçük Esnaf Neden ve Nasıl Bitti!

      Küçük Esnaf Neden ve Nasıl Bitti!

    Geçtiğimiz yirmi yıl içerisinde tüketimin önceki yıllara göre artmasında itici güç karşılıksız verilen kredilerdir. Hane halkının asgari seviyede geçindiği düşünülür ise kişisel tüketime ayıracağı bütçesi yok denecek kadar azdı. Ele geçen az miktar ücret ile öncelikli olarak beslenme ve barınma ihtiyacını karşılanıyordu. Bütçelerin en önemli gider kısmı da zaten bu bölümlerden oluşuyordu. Tüketim, üretimin büyümesi için gerekli olan finansal kaynağı karşılamıyordu. 

    Hatırlarsınız  birkaç sene öncesine kadar otuz yıllık araçlar trafikte dolaşıyor, yazlık ve kışlık kıyafetler dışında giysi yoktu. Buzdolapları böylesine büyük değildi. Kışlık erzaklar yaz aylarından hazırlanıyordu. İnsanlar tüketimlerini ihtiyaçları kadarıyla sınırlandırıyordu.

    Ve olan oldu! Kredi kartları birden tüketicinin hayatının içine girdi. Krediler ile gelen finansal destek havadan gelmiş gibi düşünüldü. İhtiyaçlara artan gelir (borç) ile her gün yenileri eklendi. Evler büyümeye, araçlar değişmeye, kıyafetler dört mevsime göre seçilmeye başlandı.

    Bu dönem aynı zamanda her üründe çeşitliliğin ön plana çıktığı, markaların pazarda kendi göstermeye başladığı dönemdir. Üretimin gelen talepleri karşılamaya yönelik hızla arttığı, tüketimin ihtiyaçlardan fazlası ile karşılaştığı, gelirden daha fazla borcun olduğu dönemdir de aynı zamanda.

    Tüketici günlük ihtiyaçlarını karşıladığı küçük esnaf yerine daha fazla çeşidin bulunduğu marketleri tercih etmeye başladı. Eline verilen kredi kartı tüketiciyi, sermayesi kadar çeşitle ayakta duran esnaftan koparmıştı. Küçük esnafın finanse etmeye çalıştığı veresiye müşterisi artık bankanın müşterisi olmuştu. Böylece bankalar ile birlikte finansa edilen hizmet sektörü de büyüdü. Aslında bu büyüme tamamen yapay bir büyümeden başka birşey değildi. Çünkü üretilen ürünler bankaların finansı ile gerçekleşiyor yine aynı çemberin içinde  bankadan borçlanmış tüketiciye satılıyordu.

    Siyasilerin büyüme olarak adlandırdığı bu dönem hane halkının daha fazla borçlandığı dönemdi. Evet insanlar her istediklerine ulaşabiliyordu fakat borçlanarak!

    Arz, talebi karşılayamıyordu. Böylesine güçlü yeni  pazara yurdışından akın akın yatırımcılar geliyor üretici firmalara fonlar sağlıyordu. Bununla birlikte üretim altın çağını yaşıyordu. 

    Yapılan hukuksal konular, tüketici hakları vb. uygulamalar tüketicinin piyasada daha fazla borçlanarak tüketmesine neden oluyordu.

    Sosyal canlı olan insan, tüketimini SOSYAL OLMAK  dediği kavram üzerine inşa ediyordu. Tatil yapmak, yeni çıkan teknolojik ürünlere ulaşmak, iyi bir akşam yemeği v.b. gibi binlerce yeni alışkanlıklar beraberinde geliyordu. Aynı insan, sosyal olmaya çalışırken daha da fazla ben merkezci oluyor ve toplumsal gerçeklerden kopuyordu.

    Tek tip olan, herkesin aynı tarzda yaşamaya zorladığı  kültür heryerde kendini hissettiriyordu. Entellektüel kesim, aydın kesim, muhafazakar kesim kısaca herkes bu kültürün içinde yaşamayı farklı olmak sanıyordu.

    Emek ücretinin artması yerine emekçiye verilen borç, büyüme olarak lanse ediliyordu. Hızla artan özel şirketler, bankalar ve binlerce işletme artan emek ihtiyacını karşılamak için akademi ve medya ile birlikte hareket ederek ücretleri en düşük seviyede tutmak için Devlet üzerinde hakim olan iktidar partisini fonluyordu.

    Esnaf artan ürün çeşitliliği ile kendine yaratılan rakibe karşı işlerini büyütebilmek için bu kervana çoktan katılmıştı. Her iş yerinde kredi kartları için kullanılan pos cihazları göbekten sisteme bağlanmasını çoktan sağlamıştı. Güven, tamamen kağıtlar ve krediler üzerinden yapılan matematiksel işlemler ile sınırlıydı.

   Tüketim arttıkça üretim artıyor ve borçlarda artıyordu. Son model arabalar yurtdışından önce Türkiye'de caddelerde boy gösteriyordu. Yurdışında çalışan insanlar Anavatana gelince bu lüks hayata gıpta ile bakıyorlardı. Tatil için Yurtiçi yetmiyor, akın akın Yurtdışında gezilere katılan insanlar gün geçtikçe çoğalıyordu. İtalya, Fransa, Mısır, ABD, Uzak Doğu ülkeleri Türkiyeli turistleri kendi ülkelerine çekmek için her ay binlerce tur düzenliyordu.

    Esnaf iç piyasada artan talep karşısında büyümeye çalışıyor, daha fazla borçlanıyor ve emek ücretinin düşük kalan oranına sessizce bakıyordu. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mottosu her yerde açıkça görülüyordu.

    Ücretler sistemin kendi belirlediği seviyede öylece kalmıştı. Prim v.b. ödemeler ile ücretler arttırılmaya çalışılıyor gibi görünse de aslında tamamen borçlar artıyordu.

    Üniversite okumak uzmanlık kazanmak yerine toplum içerisinde statü belirleyici ve sınıf atlamak olarak görülüyordu. Hızla büyüyen özel eğitim sektörü Devletin eksik kaldığı eğitimi tamamlamaya çalışırken eğitim kalitesi de aynı hızda düşüyordu.

    Yurdışına giderek eğitim alanlar bilgi yerine yeni tüketim alışkanlıkları ile ülkeye geri dönüyordu. Starbucksta kahvesini içerken elinde tuttuğu telefondan digital mağazaları dolaşan yeni eğitimli nesil tüketimin merkezinde hedef konumdaydı.

    Ve birden bir şey oldu. 

    Bir virüs tüm bunların gerçekliği sanılan algıyı yerle bir etti. İnsanlar çok sevdikleri sokaklara çıkmaya, sosyallik adını verdikleri cafelere kendi istekleri ile karşı koyacak kadar korku içine düştüler. Tüketimden korkarak kaçmaya başladılar. İhtiyaçlar hiyerarşisi bir anda değişti. Rekabet hızla azalmaya tek tip insan modeline doğru kaymaya başladı.

    Rekabetin en acımasız koşullarında mücadele etmeye çalışan esnaf böylesine bir krize dayanacak alt yapıya sahip olmadığı gibi psikolojik olarak da hazır değildi. Elinde tuttuğu stoklarının büyük kısmı borca karşılık alınmıştı. Sermayesi emeğinden başka bir şey değildi.

    Yirmi yıllık süreç ekonomik hayatı değiştirdiği gibi sosyal hayata ilişkin dengeleri de değiştirmişti. Siyasi anlamda güvendiği tüm kapılar bir bir yüzüne kapandı. Ekonomik dengelerin tekrar eski haline dönmesi epey zaman alacağı için yapılabilecek hiç bir şey yoktu.

    Ve şimdi Esnaf tek başına kaldı.




    

    

    

    



    

Yorumlar